Kırık Cam Teorisi

İstatistiksel olarak konuşmak gerekirse, daha önce olmadığı kadar güvenli bir dünyada yaşıyoruz. Son birkaç yüzyıla kıyasla cinayet oranları düşmüş ve dünyanın bazı yerleri savaş altında olsa da içinde bulunduğumuz yüzyıl, öncekilerden daha güvenli sayılmakta. Fakat bize hiç de güvenli hissettirmiyor, değil mi? Dünyanın her yerinde insanlar yaşanan olaylardan dolayı korkuyorlar. Her gün suç ve şiddet haberleri dolu olan haber bültenlerini izliyoruz. Hatta haftanın her günü, 24 saat, her saatte bir olan olaylar gazetelerde yer alıyor.
“Kırık Cam Teorisi”, ABD’li suç psikologu Philip Zimbardo’nun 1969’da yaptığı bir deneyden ilham alınarak geliştirilmişti. Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model otomobil bıraktı. Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı. Olup bitenleri gizli kamerayla izledi. Bronx’taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalandı. Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı. Ardından Zimbardo ile iki öğrencisi, sağlam kalan otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırdılar. Daha ilk darbe indirilmişti ki çevredeki insanlar (yani zengin beyazlar) da olaya dahil oldular. Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale geldi. “Demek ki” diyordu Zimbardo; ” İlk camın kırılmasına, ya da çevreyi kirleten ilk çöpe, ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.”
1982 yılında toplumbilimci James Q. Wilson ve George L. Kelling tarafından geliştirilen “Kırık Cam Teorisi”, çevresel koşulların suçluların suç işleme veya suçtan kaçınma davranışlarını etkilediğini iddia eden bir teoridir. Camı kırık bir arabanın, sağlam bir arabaya göre çalınma ve kundaklanma olasılığının daha fazla olduğunu önerir. Benzer şekilde de, dışarıdan bakıldığında kontrolsüz ve herhangi bir güvenlik önleminin bulunmadığı görünen bölgelerin de sakin ve korunaklı görünen bölgelere göre daha fazla suça davetiye çıkarıcı olduğunu iddia eder. Hatta çevresel faktörlerin ve koşulların kalabalıkları ve insanların bireysel davranışlarını etkilediğini kanıtlayan birçok örneğin yer aldığı kitaplar bile yayınlanmıştır. Toplumsal açıdan bakıldığında, etkili faktörleri görmezden gelmek mantıklı olmayacaktır. Fakat her zaman sadece bu faktörleri sebep olarak görmemeli, suç oranını etkileyen başka faktörlerin olduğu da göz ardı edilmemelidir. Suç oranındaki artış ya da düşüşü etkileyen çevresel faktörlerin yanısıra, kültür, eğitim, mevsimsel koşullar, ekonomik gelişim ve daha birçok etken de bu oranı etkileyen konulardan bazılarıdır. Fakat bu durumun aksine, dünya üzerindeki polis oranının ve etkinliğinin oldukça az olduğu toplumlardan bazılarında yüksek suç ve şiddet oranına rastlanmıyor. Bu toplumlarda suçu uzak tutan veya baskılayan etmenler, silahlı kolluk kuvvetlerinin müdahalesi değil, kültürel standartlar, sosyal uyum, ekonomi güvenilirliği ve eğitim gibi öğelerdir. Amerikalı yazar Bernard Harcourt da “Illusion of Order” isimli kitabında, Kırık Cam Teorisi’nin deneysel olarak kanıtlanmadığını ve hatta suç oranının artması veya azalmasını etkileyen başka birçok faktörün olduğunu yazmıştır. Bütün bu farklı görüşlerin dışında, polisler, istihbarat teşkilatları ve güvenlik uzmanlarının kesinlikle bildikleri tek şey, kanun hükümlerinin ve yaptırımlarının zayıf olduğu çevrelerin, suç çeteleri ve hatta terör örgütleri tarafından ele geçirilmeye karşı oldukça korumasız olduğudur. Bu tip bölgeler gücü ele geçirme fırsatı olarak görülür ve buradaki popülasyon suçlular veya teröristler tarafından ele geçirilip kendi koydukları kanunları yerine getirmeye zorlanabilir. Bu durumun kanıtlarını Meksika, Suriye, Yemen, Irak gibi ülkelerde görebilmekteyiz.
“Suçlarla mücadeleyi nasıl başardın” sorusuna New York’un efsane Belediye Başkanı Giuliani’nin cevabı şöyle olmuştu.. “Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırılsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar. Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim. Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri, bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım.” Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci önce tek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse, oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyorlar. Ardından daha büyük suçlar geliyor; bir süre sonra o sokak, polisin giremediği bir mahalleye dönüşüyor. Bunu anlayan New York polisi, önce küçük suçların peşine düşmüş. Metroya bilet almadan binenleri, apartman girişlerini tuvalet olarak kullananları, kamu malına zarar verenleri, hatta içki şişelerini yola atanları bile yakalayıp haklarında işlem yapmış. Polis bu kararlılığıyla “Küçük olması bizim için hiç fark etmez; bir sokağın, metro istasyonunun veya mahallenin suç üreten bir bölge olmasına izin vermeyeceğiz” demiştir.

Kaynaklar: chameleonassociates.com & Hınçal Uluç (Sabah,26/04/2012)