Kırık Cam Teorisi

İstatistiksel olarak konuşmak gerekirse, daha önce olmadığı kadar güvenli bir dünyada yaşıyoruz. Son birkaç yüzyıla kıyasla cinayet oranları düşmüş ve dünyanın bazı yerleri savaş altında olsa da içinde bulunduğumuz yüzyıl, öncekilerden daha güvenli sayılmakta. Fakat bize hiç de güvenli hissettirmiyor, değil mi? Dünyanın her yerinde insanlar yaşanan olaylardan dolayı korkuyorlar. Her gün suç ve şiddet haberleri dolu olan haber bültenlerini izliyoruz. Hatta haftanın her günü, 24 saat, her saatte bir olan olaylar gazetelerde yer alıyor.
“Kırık Cam Teorisi”, ABD’li suç psikologu Philip Zimbardo’nun 1969’da yaptığı bir deneyden ilham alınarak geliştirilmişti. Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model otomobil bıraktı. Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı. Olup bitenleri gizli kamerayla izledi. Bronx’taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalandı. Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı. Ardından Zimbardo ile iki öğrencisi, sağlam kalan otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırdılar. Daha ilk darbe indirilmişti ki çevredeki insanlar (yani zengin beyazlar) da olaya dahil oldular. Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale geldi. “Demek ki” diyordu Zimbardo; ” İlk camın kırılmasına, ya da çevreyi kirleten ilk çöpe, ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.”
1982 yılında toplumbilimci James Q. Wilson ve George L. Kelling tarafından geliştirilen “Kırık Cam Teorisi”, çevresel koşulların suçluların suç işleme veya suçtan kaçınma davranışlarını etkilediğini iddia eden bir teoridir. Camı kırık bir arabanın, sağlam bir arabaya göre çalınma ve kundaklanma olasılığının daha fazla olduğunu önerir. Benzer şekilde de, dışarıdan bakıldığında kontrolsüz ve herhangi bir güvenlik önleminin bulunmadığı görünen bölgelerin de sakin ve korunaklı görünen bölgelere göre daha fazla suça davetiye çıkarıcı olduğunu iddia eder. Hatta çevresel faktörlerin ve koşulların kalabalıkları ve insanların bireysel davranışlarını etkilediğini kanıtlayan birçok örneğin yer aldığı kitaplar bile yayınlanmıştır. Toplumsal açıdan bakıldığında, etkili faktörleri görmezden gelmek mantıklı olmayacaktır. Fakat her zaman sadece bu faktörleri sebep olarak görmemeli, suç oranını etkileyen başka faktörlerin olduğu da göz ardı edilmemelidir. Suç oranındaki artış ya da düşüşü etkileyen çevresel faktörlerin yanısıra, kültür, eğitim, mevsimsel koşullar, ekonomik gelişim ve daha birçok etken de bu oranı etkileyen konulardan bazılarıdır. Fakat bu durumun aksine, dünya üzerindeki polis oranının ve etkinliğinin oldukça az olduğu toplumlardan bazılarında yüksek suç ve şiddet oranına rastlanmıyor. Bu toplumlarda suçu uzak tutan veya baskılayan etmenler, silahlı kolluk kuvvetlerinin müdahalesi değil, kültürel standartlar, sosyal uyum, ekonomi güvenilirliği ve eğitim gibi öğelerdir. Amerikalı yazar Bernard Harcourt da “Illusion of Order” isimli kitabında, Kırık Cam Teorisi’nin deneysel olarak kanıtlanmadığını ve hatta suç oranının artması veya azalmasını etkileyen başka birçok faktörün olduğunu yazmıştır. Bütün bu farklı görüşlerin dışında, polisler, istihbarat teşkilatları ve güvenlik uzmanlarının kesinlikle bildikleri tek şey, kanun hükümlerinin ve yaptırımlarının zayıf olduğu çevrelerin, suç çeteleri ve hatta terör örgütleri tarafından ele geçirilmeye karşı oldukça korumasız olduğudur. Bu tip bölgeler gücü ele geçirme fırsatı olarak görülür ve buradaki popülasyon suçlular veya teröristler tarafından ele geçirilip kendi koydukları kanunları yerine getirmeye zorlanabilir. Bu durumun kanıtlarını Meksika, Suriye, Yemen, Irak gibi ülkelerde görebilmekteyiz.
“Suçlarla mücadeleyi nasıl başardın” sorusuna New York’un efsane Belediye Başkanı Giuliani’nin cevabı şöyle olmuştu.. “Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırılsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar. Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim. Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri, bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım.” Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci önce tek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse, oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyorlar. Ardından daha büyük suçlar geliyor; bir süre sonra o sokak, polisin giremediği bir mahalleye dönüşüyor. Bunu anlayan New York polisi, önce küçük suçların peşine düşmüş. Metroya bilet almadan binenleri, apartman girişlerini tuvalet olarak kullananları, kamu malına zarar verenleri, hatta içki şişelerini yola atanları bile yakalayıp haklarında işlem yapmış. Polis bu kararlılığıyla “Küçük olması bizim için hiç fark etmez; bir sokağın, metro istasyonunun veya mahallenin suç üreten bir bölge olmasına izin vermeyeceğiz” demiştir.

Kaynaklar: chameleonassociates.com & Hınçal Uluç (Sabah,26/04/2012)

O Çok İyi Bir İnsandı. “Emin misiniz?”

Son zamanlarda ne zaman bir cinayet ya da terör olayı işlense, saldırıları gerçekleştiren saldırganların aileleri, arkadaşları ya da komşuları şuna benzer bir açıklamada bulunuyorlar; “O, asla böyle bir şeyi yapacak biri değildi. Çok iyi bir insandı.” Bu ifadeyi yaşanmış birkaç olay ile örneklemek gerekirse; ABD’nin Oklahoma eyaletinde Alton Nolen isimli saldırgan, ofis ortamında gerçekleştirdiği bıçaklı saldırıda bir arkadaşının ölümüne, bir diğerinin de ağır şekilde yaralanmasına sebep olmuştur. Bu olayın ardından saldırganın annesi, şu şekilde bir açıklamada bulunmuştur: “Oğlum, çok iyi bir çocuktu. Bunu yapan benim oğlum olamaz.” ABD’nin Colorado eyaletinde yaşanan ve medyada büyük bir yankı yaratan sinema salonu toplu katliamında ise James Holmes isimli saldırgan, 12 kişinin ölümüne ve 70 kişinin yaralanması sebep olmuştur. Bu katliamın ardından saldırganın yakın arkadaşı, şu şekilde bir açıklamada bulunmuştur. “James, gayet iyi bir çocuktu ve son derece normal görünüyordu.” Medyada yer bulmasa da bu tür olaylar dünya genelinde yoğun bir biçimde gerçekleşmeye devam ediyor ve birçoğunun ortak noktası, saldırganların geçmiş bir sabıka kaydının bulunmaması ve yakınlarının bu tür bir saldırı olayını saldırgan ile bağdaştıramamasıdır.
Peki, etrafımızdaki insanların bulundukları çevreye, arkadaşlarına ve topluma karşı bir tehdit teşkil edip etmediklerini anlamak için kendimizi nasıl geliştirebiliriz?

Son dönemlerde iş dünyasındaki yöneticiler, işe alım süreçlerinde başvuru yapan adayları kişilik testine tabi tutmaya başladılar. Özellikle hizmet sektöründe çok sık başvurulan bu yöntem, toplum içinde ayrımcılığa yol açtığı gerekçesiyle sivil toplum örgütleri tarafından büyük bir tepki görmektedir. Bu tepkinin ana sebebi, kişinin mahremiyetine müdahale edilmesi ve mental sağlık problemleri gibi kişiye özel durumların başkaları ile paylaşılması olarak gösterilmektedir. Çalışanların kişiliğinin, iş dünyasındaki temel hedef olan başarı için büyük bir öneme sahip olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Örnek vermek gerekirse; hizmet sektöründe görev alacak bir personel adayının empati kurma özelliğini test etmek

mantıklı bir durum olabilir. Buradan yola çıkacak olursak; iş başvurularında uygulanan sınavlar ve mülakatlara ek olarak kişilik testinin uygulanması ve bu test sonucunda kişinin mental açıdan bir sağlık probleminin olduğunun tespit edilmesi, herkes için daha olumlu bir durum yaratmaz mı?
İş alımlarındaki süreç genelde kişinin özgeçmişi, iş başvuru formu, akabinde gerçekleşen mülakat ve sabıka kaydı üzerine kurulmaktadır. Yazının başında verdiğimiz örnekler ve daha birçoğu ile ilgili söylenebilecek ortak yorum; bu saldırıları gerçekleştirenlerin işe alım dosyaları incelendiğinde, büyük bir çoğunluğunda şiddet eğilimini ortaya koyacak bir bulgunun görülmemesi olacaktır. İşe alım süreçleri ile ilgili genel eğilim, süreçlerin objektif ve adil bir şekilde ele alınması gerektiği yönündedir. Fakat dürüst olmak gerekirse; bütün süreç sübjektif olmalıdır; özellikle de mülakat kısmı. Bundan dolayı, mülakatı yöneten kimse, mülakat sırasında karşı taraftaki görüşmeciye kişisel deneyimlerinden, değerlerden, bakış açılarından ve beklentilerden bahseder. Bu sayede iş başvurusunu yapan kişi, iş için gerekli niteliklerin farkına varabilir. İş başvurusu yapan herkes bunu bilir. Zaten, adayları iş görüşmesi esnasında nasıl giyinmeleri, nasıl konuşmaları hatta nasıl bir duruş sergilemeleri konusunda yönlendiren kitaplar da bu yüzden vardır.
Beğenin ya da beğenmeyin; kişisel kırılganlıklar, sadakat ve/ya saldırgan davranış gibi olguları test edebilmenin en iyi yolu, adayın üzerine giderek değer verdiği kavramlara ulaşmaktır. Örnek olarak; “Ne için, ölmeye değer?” sorusunu sorabilirsiniz. Muhtemelen, “çocuklarım” ya da “onurum” gibi cevaplar ile karşılaşacaksınızdır. Bu cevaplardan yola çıkarak, görüşmenin gidişatını yönlendirebilir ve istediğiniz sonuca varabilirsiniz. Adayın verdiği cevaplar ve sergilediği tepkiler, aday hakkında çok fazla bilgi veriyor olabilir. Mülakatı yöneten kişi tıpkı altın arayan bir madenci gibidir. Sürekli karşısındaki kişinin iş için doğru aday olup olmadığını araştırıp bulmaya yönelik sorular sorar.

Yıllık personel değerlendirmesi, gerek personelin çalışma performansını gerekse potansiyel güvenlik problemlerini değerlendirip açığa çıkarmaya yardımcı olacak mükemmel bir fırsattır. Bu fırsatı uygun şekilde değerlendirerek, geçmiş yazılarımızda değindiğimiz personel bazlı iç tehdite maruz kalma riskini de ortadan kaldırmış oluyorsunuz. “Personel, kendisini suça yöneltecek herhangi finansal ya da ailevi bir kırılganlığa sahip mi?”, “Personelin, herhangi bir çalışma arkadaşı hakkında kayıt dışı belirtmek istediği bir bilgi var mı?”gibi…
Yıllık personel değerlendirmesi, pek çok kez kullanılmayan bir istihbarat toplama fırsatıdır. Ne yazık ki, birçok kültürde bu tarz bir mülakat tekniğini kullanmak etik açıdan uygunsuz olarak düşünülmektedir. Çalışma arkadaşları hakkında sorulan sorulara cevap vermek, ispiyonculuk ve gammazlık olarak algılanıldığı görülmektedir. Kişinin özel hayatına karışmak kesinlikle söz konusu olmamalıdır. Fakat kişilerin ve korunması gereken mülklerin güvenliği söz konusu olduğunda bu tür bir tekniğin kullanılması mı yoksa etik değerler mi daha önemlidir? Bu sorunun cevabı güvenlik ile ilgili gereken aksiyonları almanızda size yardımcı olacaktır.

Kaynak: chameleonassociates.com

2016 Eylül Ayı Güvenlik Değerlendirmesi

Temmuz ayında yaşanan darbe girişiminin etkileri OHAL ilanı altında yaşanmaya devam ederken, Ağustos ayını, özellikle ülkenin Doğu bölgesinde terör olaylarının had safhada gerçekleştiği bir ay olarak geride bıraktık. Neredeyse her gün çatışma ya da patlama olayının yaşanması ile sıcaklığını koruyan gündem, ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan silahlı ve roketatarlı saldırı ile kelimenin tam anlamıyla sarsıldı. PKK’lı teröristlerin Şırnak’ta askeri aracın geçişi sırasında yola yerleştirdikleri patlayıcıyı infilak ettirmesi sonucu; 9 asker yaralanmış ve 4 asker de şehit düşmüştür. Bu saldırının yaşandığı gün, Mardin şehrimizde de yine PKK terör örgütü tarafından bir saldırı daha düzenlenmiştir. Polis memurlarını taşıyan servis aracına yapılan bombalı saldırıda, 2 sivil vatandaş ile birlikte 1 polis memuru yaşamını yitirmiştir. Servis aracının güzergahı üzerindeki yola bırakılan bomba yüklü araç ile gerçekleştirilen saldırıda çok sayıda polis memuru ve vatandaş yaralanırken, yetkililer çevrenin savaş alanına döndüğü şeklinde yorumlarda bulunmuştur. PKK, aynı gün içerisinde benzer bir saldırı yöntemini kullanarak Diyarbakır kentinde de 5 kişinin yaşamını yitirmesine sebep olmuştur. Hedefin yine polis servis aracı olduğu saldırıda birçok sivilin ve polis memurunun yaralandığı açıklanmıştır. PKK bu saldırıların ardından, aynı gün içerisinde Elazığ ve Bitlis kentlerinde düzenlediği bomba yüklü araç saldırıları ile toplamda 9 güvenlik görevlisinin şehit düşmesine ve 200’ün üzerinde kişinin de yaralanmasına yol açmıştır. Terör örgütü PKK, geçtiğimiz ay içerisindeki en yıkıcı bombalı saldırısını Şırnak kentinin Cizre ilçesinde düzenlemiştir. İncelenen görüntülerde yaklaşık 10 ton civarında patlayıcı kullanıldığına inanılan saldırı, patlayıcı yüklü kamyonun Polis Çevik Kuvvet Müdürlüğü binasına girmesi ile gerçekleşmiştir. Saldırı sonucu 11 polis memuru şehit olurken, yaklaşık 80 kişi de yaralanmıştır.

Ülke gündemini sarsan bir diğer terör olayı ise Artvin kentinde konvoy halinde ilerleyen siyasi lider Kemal Kılıçdaroğlu’na düzenlen suikast girişimidir. PKK terör örgütünün düzenlediği açıklanan saldırının, roketatar kullanımı yolu ile düzenlenmek üzere iken tespit edilmesi büyük bir kaosun önüne geçmiştir. Tespitin üzerine çıkan çatışmada, bir asker şehit olmuştur. Ülkede saldırıların etkisi sürerken bir diğer saldırı haberi de Gaziantep’ten geldi. IŞİD terör örgütünün üstlendiği saldırıda 54 kişi yaşamını yitirirken yaklaşık 60 kadar sivil de yaralanmıştır. Sokak üzerinde bulunan kına gecesi etkinliğine karşı düzenlenen saldırının, 12-14 yaşları arasında bir canlı bomba tarafından gerçekleştiği açıklanmıştır.
Ülkemizde olduğu gibi yurtdışında da terör tüm hızıyla devam etmektedir. Afganistan’ın başkenti Kabil’de geçtiğimiz ay silahlı saldırganlar tarafından kaçırılan iki profesörün çalıştığı Amerikan Üniversitesi, bu defa saldırının direkt hedefi olmuştur. Üniversite baskınını patlayıcılarla başlatan iki saldırgan, 7’si öğrenci 13 kişinin yaşamını yitirmesine sebep olmuştur. Taliban terör örgütünden oldukları düşünülen saldırganlar, 10 saat süren çatışma sonucu ölü ele geçirilmiştir.
Ülkemizde devam etmekte olan OHAL uygulaması ve Doğu bölgelerinde yürürlükte olan bölgesel sokağa çıkış yasaklarına ve yoğun güvenlik önlemlerine rağmen, terör tüm hızıyla kanlı yüzünü göstermeye ve sayısız can almaya devam etmektedir. Bu bağlamda, çevrenizde bulunan şüpheli kişi ya da araçlara karşı ihtiyatlı bir tutum sergilemenizde ve güvenlik bilinci ile hareket etmenizde hayati bir önem olduğunu belirtmek isteriz.

Güvenlik Görevlisinin Yakın Dostu-Kameralar

Güvenlik kameralarının sıklıkla kullanılmaya başlamasıyla ortaya şöyle bir soru çıktı; “Kapalı devre güvenlik kameraları, sahada fiziksel olarak bulunan bir güvenlik görevlisinden daha etkili bir koruma sağlar mı?”
Bu iki yöntem nadiren bir arada kullanıldığı için bu sorunun cevabı; “Ya o ya da diğeri” şeklinde düşünülüyordu. Fakat, son zamanlarda, çoğu şirket en iyi yöntemin ikisinin birlikte uygulanması olduğunu düşünmektedir. Dolayısı ile, güvenlik görevlisi ve güvenlik kameralarıyla, diğer teknolojilerin bir arada kullanılmasının en doğrusu olduğu fikri kabul görmeye başladı.
CCTV (Kapalı Devre Televizyon), yani güvenlik kameraları sistemi, güvenlik görevlilerini azaltarak, giderlerinde tasarruf etmek isteyen şirketlerin bir numaralı tercihi haline gelmişti. Fakat, ne CCTV kameralarının, ne de güvenlik görevlilerinin tek başına kullanılmasının, istenilen verimliliği sağlamadığı görülmüş ve iki uygulamanın bir arada kullanılmasının daha etkili olduğu fark edilerek, CCTV kameraları güvenlik görevlilerinin işini kolaylaştıran ek yöntem olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu sayede daha verimli sonuçlar elde edilmiştir.
Çoğu şirket, geleneksel olarak bilinen, “güvenlik görevlisi ile kamera kontrolü” modelini kullanmaktadır. Güvenlik görevlisi, filmlerden de bildiğimiz üzere, tek başına çalışır ve belli aralıklarla kamera ekranlarını kontrol eder. Bu senaryoda, suçlu, güvenlik görevlisinin dikkatini dağıtır veya ne zaman molaya çıktığını takip ederek en uygun zamanda harekete geçer.
Ancak, hala, bu geleneksel yöntemdeki güvenlik zaafiyetlerine rağmen, caydırıcı olabilmek adına, çalışanların,ziyaretçilerin,müşterilerin,vb. giriş yaptığı,teslimatların alındığı nokta/larda sadece güvenlik görevlisi kullanılması da söz konusu olmaktadır.

İKİLİ ÇALIŞMA YÖNTEMİ
Yöntemin en etkili şekilde uygulanabilmesi için, hem CCTV ekranlarının başında hem de sahada gezerek gözlem yapan güvenlik görevlilerinin olması gerekir.
Sahada gezen personel yalnız olmadığını ve kendisini izleyen başka bir çalışma arkadaşının olduğunu bildiği için daha rahat hisseder ve konsantrasyonunu yaptığı işe daha fazla verebilir.

Ayrıca, çevre güvenliği de, hem detaylı olarak yakından hem de genel çerçeveyi görebilmek adına kameralardan kontrol edilmek suretiyle verimli şekilde gerçekleştirilebilir.

SORUMLULUKLARIN AZALMASI
Kamera Kontrol odasındaki ve sahada gezen personelleri eşleştirmek aynı zamanda çalışanların birbirleri ve işverenleriyle aralarındaki sorumluluğun da azalmasına fayda sağlar.
Yurt dışında yoğun ilgi gören ve takip edilen Security Journal isimli dergide çıkan bir makaleye göre; İşveren, çalışanları üzerindeki sorumluluğu oldukça fazla olduğu için, güvenlik görevlilerine, çoğunlukla, riskli durumlardan uzak durmaları talimatını verir ve o şekilde eğitir.
Amerika’daki bazı eyaletlerde, güvenlik görevlileri, müdahale ettikleri saldırıların davasına çıkma ve tutuklu/tutuksuz yargılanma durumlarından muaf değiller. Yani, görevleri esnasında müdahil oldukları herhangi bir olaydan sorumlu tutulmaları halinde, işlerini kaybetme ve/ya güvenlik görevlisi lisanslarını kaybetme ihtimalleri vardır.
Kamera başındaki operatör ile sahadaki personelin birlikte çalışması, birbirlerine destek vererek riskli durumlardan kaçınabilme şanslarını da arttırır. İzinsiz/yetkisiz bir giriş olduğunda, kamera başındaki operatör tarafından tespit edilerek, yerinin saptanması ve bu sayede, sahadaki personele daha kolay ve hızlı bir şekilde aktarılması sağlanacaktır. Dolayısı ile riskli bir durum ortaya çıkmadan müdahale edilmesi mümkün olabilecektir.

KONTROL MEKANİZMASI
Şirketler, ayrıca, CCTV kameralarını çalışanlarını kontrol etmek için de kullanabilirler. Çalışanların işe zamanında ve üniformalarıyla geldiklerini ve/ya işlerini doğru yapıp yapmadıklarını görebilirler. Aynı zamanda, izleniyor olabileceklerinin farkında olan çalışanların, işten kaçmadan, görev tanımlarında bulunan sorumlulukları tam olarak yerine getirdiklerini de gözlemleyebilirsiniz.

Organik Terörizm

“Geleneksel terörizm” ile savaşmanın temelini, saldırganların izlediği terörist operasyon metot sürecinde ortaya çıkabilecek şüpheli işaretlerin takip edilmesi oluşturur. Büyük bir organizasyonun üyesi olan tecrübeli bir terörist, çok fazla sayıda kişiyi öldürmek adına kapsamlı bir plan yaratıp bu planı uygulamakla yükümlüdür. Yarattıkları bu plan doğrultusunda, hedeflerini belirler, hedef hakkında gözlem yapar, silahlanır ve saldırı hakkında prova yaparlar. Hatta, eğer intihar saldırısı planlamadılar ise, kaçış stratejileri bile olur. Saydığımız tüm bu noktalar, “terörist operasyon metodu”nun tamamını oluşturur ve teröristler bu aşamaların herhangi birinde sergiledikleri davranışlar ile dışarıya şüpheli bir durum çizerler. Bu durum da, doğal olarak güvenlik görevlilerinin tespit, önleme ve ortadan kaldırma kabiliyetini geliştirerek, terör saldırılarının gerçekleşmeden engellenmesine yardımcı olur.
Fakat, son zamanlarda, “Organik Terörizm” adıyla literatüre giren yeni bir saldırı yöntemi, gezegenimizi kasıp kavurmaktadır. Herhangi bir plana ve/ya sofistike bir biçimde hareket edilmesine gerek duyulmaksızın, silahlı ya da bıçaklı saldırılar düzenlenmeye, hatta, gündem maddemizde değindiğimiz Nice saldırısında da görüldüğü üzere, kamyonları masum insanların üzerine sürmek suretiyle saldırılar gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bu tür saldırılar, Orta Doğu dışında, Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde de görülmeye başlamıştır;
 Almanya – 41 yaşındaki Irak asıllı mülteci Rafik Mohammad, bir polis memurunu boynundan bıçaklamıştır. Bu kişinin, El-Kaide örgütüne bağlı olan Ensar El-İslam örgütünün üyesi olduğu ortaya çıkmıştır.
 Avusturalya – 15 yaşındaki Farhad Khalil Mohammad Jabar, Parramatta bölgesinde New South Wales Polis Merkezi önünde bulunan sivil ve silahsız bir polisi silahlı saldırı sonucu öldürmüştür.
 ABD – 32 yaşındaki Zale Thompson, (Zaim Farouq Abdul-Malik) balta ile gerçekleştirdiği saldırıda 4 polis memurunu yaralamış ve memurların açtığı ateş sonrası ölmüştür.
Bu tür olaylarda, herhangi belirgin bir hedef, bir gözlem durumu ya da istihbarat çalışanlarının ağına takılacak herhangi bir bilgi yoktur. Saldırılar, genellikle rastgele seçilmiş fakat belli bir kesimi temsil eden bir hedefe yönelik duygusal patlamalar sonucu gerçekleştirilir. Saldırı, çoğunlukla intihar yöntemini barındırmaz. Buna rağmen, ilginç bir şekilde saldırganların bir kaçış planı da bulunmaz. Saldırganlar için tek parola, görevin gerçekleşmesidir. Bu noktadan sonra, ya güvenlik görevlileri tarafından tutuklanmayı ya da öldürülmeyi beklerler.

Geleneksel Terörizm ile Organik Terörizm arasındaki farkı ayırt etmek çok önemlidir. Güvenlik açısından bakılması gerekirse, bilhassa, bu tür alelade hazırlanmış saldırıların tespiti, herhangi bir istihbarat bilgisi ya da saldırganın hedef hakkında gerçekleştirdiği gözlem gibi durumlar mevcut olmadığından, daha zor bir hal almaktadır. Bu güç durum, odak noktasını, acil durum hareket tarzının ve acil müdahale süresinin geliştirilmesi yönünde zorlamaktadır.
Acil müdahale ekiplerinin ve güvenlik personelinin çeşitli taktikler üzerine ve gerçek senaryolara dayalı geniş çaplı bir eğitim almaları bu tür saldırıların engellenmesi açısından atılacak en önemli adımlardan biridir. Mevcut durum, birçok kurumun bu tür olaylara karşı hiç bir prosedürünün olmadığını, varsa bile kısıtlı olduğunu göstermektedir. Gerekli eğitimler alınmış olsa bile, saldırıya verilecek karşılık, saldırının kendisi gibi doğaçlama yapılabilir. Silahınız yok mu? O halde şemsiye kullanın. Ya da bir çöp kutusu. Önemli olan çevrenizde bulunan ve saldırganı etkisiz hale getirecek ya da dikkatini dağıtmaya yol açacak herhangi bir şeyin kullanılmasıdır.
Organik terörün en belirgin özelliği ise, halihazırda saldırıya eğilimli bireylerin, sosyal medya kullanılarak yönlendirilip yetiştirilmesidir. Bundan dolayı, gerçekleştirilen saldırılar politik nedenden ziyade sosyal ve kültürel nedenler barındırır. Bu tür saldırılar, birçok uzman tarafından, ana kaynağı internet olan bir tür kanser olarak adlandırılır. Değişime uğrayarak internetin yayılabildiği tüm mecralara müthiş bir hızla yayılır ve en sonunda hastayı öldürür. Bu durum bir bakıma dijital bir ayaklanma olarak da adlandırılabilir.
Her ne kadar bu aykırılıklar azınlık bir çevrede gerçekleşse de aslında daha büyük sosyal ve kültürel bir grubun parçası olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle bu durumun çözümü, toplumsal politikaların değiştirilmesinde ve toplulukların sosyal medya üzerindeki etkisinin denetlenerek düzgün bir şekilde yönlendirilmesinde yatmaktadır.
Bu çözümler gerçekleşinceye kadar, yanınızda şemsiye bulundurmak isteyebilirsiniz.